23 Aralık 2015 Çarşamba

Pratik kış hazırlıkları (kalp) ben!

Çalışan, bir yandan yoga hocalığı yapan, öte yandan hafta sonlarını sosyal hayatına, dans dersine ayıran taze bir anne olarak yemek yapmaya ne kadar zamanım kaldığını hesap edebildiniz mi? Hiç yormayayım sizi, ben söyleyeyim: hiç!!:))

Diğer taraftan Arda'ya haftaiçi yemek sponsorumuz babaneyken, haftasonları yemekler benim ellerimden öpüyor. Sağolsun babanemiz çok sağlıklı ve besleyici yemekler hazırlıyor, şimdi çocuk "annem de hep tarhana hep patates pişiriyor bu ne biçim anne!" mi desin? Demesin dedim ve kolları sıvadım:




Özetle; pırasa, havuç, kabak, kereviz ve maydanozu doğradım. 


Sonra hafif yağda birkaç tur kavurdum. 


Sonra da buzdolabı poşetlerine koydum, gelecek çorbalarımın, et yemeklerimin, böreklerimin içini böylece hazır hale getirmiş oldum.

Çok sevdim ben bu işi! Geçenlerde 5 dakikada sebze çorbası hazırladım. Önceden yine doğrayıp buzluğa attığım soğanlarla bu sebze karışımını biraz da kırmızı mercimekle karıştırdım, mis gibi bir çorbam oldu:

(Suyunu koymadan evvel az suyla ve domatesle bir miktar pişirdim)

Böylece Ardiko'nun ağzına layık, benim de gönlüme sinen sağlıklı ve kolay bir haftasonu menümüz oldu :)

Afiyet olsun!




4 Aralık 2015 Cuma

Bebeğini kaybeden ilk ya da son anne sen değilsin...

Düşük.. İsmi bile üzüntü veriyor insana. Bebeğini düşürmek... Sanki elinden, sanki kucağından düşürmek, sanki senin bir suçun var. Sanki sen düşürdün, sen öldürdün onu.

Kelimeler, özellikle bizim dilimizdeki kelimeler bazen çok esnek ve aynı zamanda çok kırılgan. Sanki üzerine hiç düşünmesen sana batmaz da, sürekli beyninde dönünce iyice batıyor. Düşük... Kim koymuş acaba bu kelimeyi??..

İlk bebeğime hamileliğim tamamen gündem dışı bir hamilelikti, evliliğimin 1. ayında hamile olduğumu öğrendik! Serdar için o kadar büyük bir şoktu ki idrar testi, kan testi, ultrason sonunda bile hala inanamıyordu! Çok mutluydum, böyle bir mucizeyi beklemiyordum ama bebeklere oldum olası bayılan biri olduğum için "çok mu erken?!" buhranına hiç girmedim.

İlk ultrasona girdiğimde 5,5 haftalık hamileydim ve kalp atışlarını hemen duyduk. Hayatımda hiç tatmadığım, tarif edemeyeceğim bir heyecandı. Caddede insanları döndürüp sarılarak haykırmak istiyordum: "BEN HAMİLEYİMMM!!!"

8 haftalık kontrollerinde biraz küçük, belki biraz geriden geliyor demiş doktor. Ben de oradaydım ama negatif kelimelere tamamen kulaklarımı kapatmışım, Serdar sonradan anlatıyor, tamamen unutmuşum.

Artık 12. hafta kontrolüne çok az kalmıştı ama ben sürekli kötü rüyalar görüyor, ağlayarak uyanıyordum. Serdar artık hormonlarımın iyice cozuttuğuna kanaat getirmişti, hatta gına gelmişti ağlamalarımdan. Yapacak bir şey yok, sürekli ama sürekli ağlıyordum.

11,5 haftalıkken akşam 10:00 gibi eve geldik. Salona çöktüm, kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki oturamadım, resmen çöktüm.. Sonra bir ıslaklık hissettim. O anda nasıl bir adrenalin salgılandıysa kendimi anında banyoda buldum. Kanama yoktu ama ufacık bir leke vardı. Ağlayarak, perişan halde banyodan çıktım, doktorumu aradım. "Merak etmeyin, bir şey yoktur. Siz yine de emin olmak için bir hastaneye gidin" dedi.

Gittik. Gidene kadar içim dışıma çıkarcasına ağladım. Biliyordum, bebeğimi kaybetmiştim.

Hastaneye girdiğimizde tatlı bir hemşire kolumdan tuttu, olanları anlattım.

"Leke kırmızı mı, kahverengi mi?"
"Kahverengi"
"Merak etmeyin o zaman. Kırmızı olsa korkun ama kahverengi lekeler olur hep"
...

Hiç rahatlamadım. Hiç "acaba?" diye bir his doğmadı içimde.

Doktoru bekliyoruz. Gelmiyor. Dakikalar sanki saat olmuş, öyle yavaş akıyor, adam gelmiyor. Sonunda teşrif ediyor, 4 tarafı cam, acayip bir odaya giriyoruz. Bir sedye, bir ultrason cihazı, bir de tabure var. Odadan nefret ediyorum. Doktordan nefret ediyorum. Her şeyden nefret ediyorum. Elimde sümüklü mendillerim, gözyaşlarım akıyor ama yüzümde ifade yok. Çok ağlamaktan mıdır nedir, artık içimi çekmiyorum, yüzümü buruşturmuyorum, göz yaşlarım kendiliğinden akıyor.

"Bir sorun mu var?" diye soruyor doktor.
"Leke gördüm"
"Bakalım.."
"Bir şey yok hayatım, bak göreceksin şimdi" diye sakinleştirmeye çalışıyor Serdar.

Sessizlik.

Doktor bir bana bir ekrana bakıyor.

"Bir sorun var."

Gözyaşlarım şiddetleniyor.

"Bebeğin kalbi durmuş"

Benimki de durmak üzere. Hatta dursa ya. Şuracıkta dursa!..

"Maalesef hanımefendi, 9,5 haftalıkken bebeğinizin kalbi durmuş. 2 haftadır onu içinizde cansız taşıyormuşsunuz. Hemen almamız lazım, yarın gelin sabahtan halledelim."

Halledelim... Halledelim.. Bu kelime beynimde dönüyor... Neyi hallediyoruz? Neden hallediyoruz? Nasıl hallediyoruz?...

Ve başlıyorum hönkürerek, bağırarak ağlamaya. Serdar sakinleştirmeye çalışıyor ama başarması imkansız. Beni bir sedyeye yatırıyorlar, perdelerle ayrılmış sedyelerin olduğu bir odada. Hemşireler perdenin arkasından birbirlerine bir şeyler fısıldıyor. Serdar annesini arıyor, ağlayarak "bebeği kaybettik" diyor. Kaybettik. Belki "düşük" yerine bu kelime kullanılmalı.

Gece anneler eve geliyor. Benim ağlamaya bile halim kalmamış. Ertesi gün o nefret ettiğim doktora ve hastaneye gitmiyorum, başka bir doktora gidiyorum.

Rahmime 2, dilimin altına 2 hap koyuyor doktor ve bebeğimi birkaç saatlik sancının ardından doğurarak bedenimden ayırıyorum.. Doktor düşen bebeğimi bana gösteriyor, çünkü bazı anneler görmezse inanmıyorlarmış bebeklerinin öldüğüne. Kolları var, bacakları var, koca bir kafası var. Tabi ki minnacık. Daha 9,5 haftalık. Ama bebeğim o benim. Ve artık yok.

Uzun bir süremi alıyor şer'rin içindeki hayrı görmem. Boynunda sıvı birikimi olmuş, yani yaşasa büyük ihtimalle bir özrü olacakmış. Zaten düşüklerin hemen hemen hepsi, bir sorun olduğu için düşermiş. Yani düşmese belki 4. veya 6. ayındaki tetkiklerde ileri derecede sorunlar tespit edilecek ve artık geri dönüşü olmayan bir yolda hem bebek hem bizim için oldukça zor bir dönem başlayacakmış.

Ayrıca planlı bir hamilelik olmadığı için tüm kan değerlerim, vitaminlerim, hormonlarım alt üst durumdaymış. Yani bebeğe muhtemelen yeterli besin sağlayamayacakmış bedenim.

Başka şaşırdığım bir şey ise, önce bu yaşadıklarımı sadece benim yaşadığımı sanmam, sonra ise çevremde pek çok kişinin yaşadığını öğrenmem oldu. Nedense saklamışlardı, nedense utanmışlardı, nedense konuşulmuyordu düşükler. Oysa belki bilseydim çevremde bunca düşük yaşandığını, kendimi bu denli beceriksiz, eksik, yalnız hissetmezdim.

Şimdi Dünyalar tatlısı bir oğlum var. Hamileliğin ilk 3 ayı elim kalbimde gezdiğim, güzel bir hamilelik ve nispeten zor da olsa güzel bir doğum sonunda kavuştuğum, her an'ına şükrettiğim, gözlerimin içine, taaa içine bakan, saçlarımı okşayan, beni öpücüklere boğan,...



Diyeceğim o ki, eğer sen de bebeğini kaybettiysen, eğer sen de benim bir zamanlar yaşadığım gibi büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntü yaşıyorsan, eğer sen de "acaba bir gün bebeğim olacak mı?" diye endişeleniyorsan... Merak etme! Hepsini yaşayan binlerce insan var. Hepimiz ÇOK üzüldük, hepimiz aylarca toparlanamadık. Hepimiz geceler boyu aldığımız bebek eşyalarına sarılıp ağladık.

Şunu gerçekten içten hissederek inan; olan her şey, hayırlısı öyle olduğu için oluyor. Ve inan, hepsi geçiyor, sana saf mutluluklar getirecek yeni bir bebek en doğru zamanda geliyor.

Merak etme!...

2 Aralık 2015 Çarşamba

Doğum, annenin yeniden doğuşudur..

Bir yerlerde okumuştum, kadınlar doğurduklarında bedenleri de 10 yaş gençleşirmiş. 3 çocuk doğursam, vuhuu 30 yaş! Fıstık mı olurum, kabuklu yer fıstığı mı olurum şimdilik bilemiyorum:))

Doğum sürecinde vücudun kendinden geçtiği bir gerçek. Hormonlar cozutuyor, zavallı iç organlar oradan oraya sıkışıyor, göbek kendini aşıyor, kalçalardan hiç bahsetmiyorum bile! Sen kendini gergedan gibi hissederken mankenlerden biri doğumunun 2. günü Instagram'da bir resim paylaşıyor, ne (afedersiniz) göt, ne göbek! Tabi seni alıyor bir telaş.

Bu kilolar nasıl gidecek? Bu göbek zaten patlamaya ramak kalmış vaziyette, hiç eski halini alır mı? Saçlarım bile beni bıraktı, ben de beni bıraksam mı diye bir bunalıma, bir depresyona girebiliyor insan.

Oysa ki unutmamak lazım, nasıl ki beden 9 ayda bu hale geldiyse, geriye dönmesi için de minimum 9 ay verin diyor uzmanlar. Hakikaten, hala benimle beraber olan +4,5 kilomu saymazsak, eski vücuduma geri döndüm. O 4,5 kg nerede bilemiyorum (göbüşüm var artık ama 4,5 kg'lık değil tabi). Yani şunu demek istiyorum, biz manken değiliz, doğurduktan 2 gün sonra da manken gibi olmamız beklenemez, beklenmemeli.

Doğumdan sonra pelte haline gelmiş kaslarınızın toparlanması için, doğum sonrası yoga yapılmasını şiddetle tavsiye ediyorum. Özellikle pelvis, sırt ve karın kaslarınız bana dua edecek, bana güvenin! (Sezaryen olmuş bayanların doktorlarından izin almadan yoga dahil hiçbir sporu yapmaması önemlidir.)

"Neleri evde yapabilirim?" derseniz sizin için birkaç poz hazırladım:

1. Kobra Pozu (Bhujangasana): Yüz üstü yere uzanın. Elleriniz göğsünüzün iki yanında, omuzlar kulaklardan uzak, dirsekler bedene yakın, topuklar birleşik olsun. Nefes alırken göğsünüzü kaldırın, başınızı hafifçe geriye atın. Birkaç nefes bu pozda kalın, nefes verirken başınızı yere koyup dinlenin.


2. Yere Bakan Köpek Pozu (Adho Mukha Svanasana): Deminki pozdan geçiş yapabilirsiniz. Ayak parmaklarınızı yere takın, nefes alın, nefesi verirken kalçaları kaldırın. Başınız sarkmasın, topukları mümkün olduğunca yere yaklaştırmaya çalışın. Birkaç nefes bu pozda kalın ve keyfini çıkartın. 

3. Bebek Pozu (Balasana): Yere bakan köpek pozundan sonra, dizlerinizi kırın, eller aynı yerinde kalsın, kalçaları topuklara indirin. Ellerinizi de bedenin yanına getirin. Alın yerde, dinlenmenin keyfini çıkartın. Hiçbir şey düşünmeyin. Bebek ağlayabilir, olsun, annesinin rahatladığını o da hissedecek :))

4. Çömelme Pozu (Malasana): Bakın, balasana'dan malasana'ya geçiyorum, öyle de ahenkli, öyle de şairane geçişlerim vardır:)) Şaka bir yana, hem hamilelik boyunca, hem de sonrasında pelvis kaslarınız için biçilmiş bir kaftandır çömelme pozu. Yaşça büyük öğrencilerimin çok kolay yaptıkları, ancak gençlerin zorlandıkları bir poz, çünkü artık tuvaletlerimiz Ala-franga! Neyse uzatmıyorum, poza geçiyorum: 

Bebek pozundan yavaşça kalkın. Ayaklarınızı mat genişliğinde açarak yerleştirin. Çömelme pozuna geçtikten sonra lütfen yaylanmayın, kalkıp inmeyin. Bu pozda kalın. Ellerinizi dua pozuna getirin, dirsekleri alt bacakarınızın önüne yerleştirin ve ellerinizi göğsünüze yaklaştırın. Bu şekilde güzel bir açıklık elde edeceksiniz. Birkaç nefes bu pozda kalın.



5. Derin Dinlenme pozu (Savasana): Yok, bitirmedik, arada dinleniyoruz sadece. 1 nefes, 2 nefes, bebeğinizin size ne kadar izin verdiğine göre değişir. 


6. Yarım Köprü Pozu (Setu Bandha Sarvangasana): Ellerinizi yere döndürün. Dizlerinizi kırın, ayaklarınızı yere basın. Nefes alırken beli yere bastırın, popoyu kaldırın ve yavaşça sırtınızı yerden kaldırın. Nefes verirken omurlarınızı tek tek indirin, en son popoyu rahatlatın. 3-4 kere tekrarlayın.


7. Kiegel Egzersizi: Bu egzersizi günlük hayatınızın ayrılmaz bir parçası yapın. Ciddiyim! Dilerseniz TV izlerken, kahve içmek için otururken, dilerseniz de deminki yarım köprü pozundan sonra kalçalarınız yerdeyken yapabilirsiniz. Yapmanız gereken pelvis kaslarınızı sıkıp bırakmak. Bunu, tuvaletinizi tutarmış gibi yapmak olarak düşünebilirsiniz. Özellikle normal doğum sonrası gevşeyen rahim ağzı kasları için önemli bir çalışmadır. 

8. Bot Pozu-Dizler kırık (Paripurna Navasana): Karın kasları için ideal bir çalışma daha. Deminki pozdan devam edelim, bacakları dizlerden kırarak kaldırın. Nefes alırken kollarınızı karşıya uzatarak üst bedeni yerden kaldırın. Öncelikle resimdeki gibi beliniz yerden kalkmak zorunda değil. Karın kaslarınız kuvvetlendikçe belinizi de kaldırabilirsiniz. Kim bilir, yakında belki dizlerinizi de düzeltirsiniz ;)


 
(bu da mükemmel bir versiyonu, ne dersiniz, denemeye değer değil mi?)


Son olarak Savasana (derin dinlenme) pozunda 3-4 nefes dinleniyor ve derin bir OMMM çekerek bebeğimize geri dönüyoruz :)